11 Kasım doğum günümdü…
Lakin babam iyi değildi.
Yıllardır hiç kutlamıyorum.
Şimdi kutlasam ki, ne farkedecek?
Babam iki gündür kendinde değil…
***
Saat on gibi yanına gidiyorum, yemek yedirmeye çalışıyorum…
Çok değil iki saat önce son kez şırınga ile suyunu içirmiştim.
Yine çok öksürdü.
Su boğazında kalır mı, kaldı.
Kaldırdım, elimi boğazına soktum, rahatlamasını sağladım.
Gece bir ara bir buçuk gibi yatağımdan uyandım, kontrol ettim, nefes alıyor mu diye, alıyordu.
Düzensizdi ama, anlamadım.
Hastanede de aynı idi.
Genelde hep fenalaşıyordu.
Sağ işaret parmağını kaldırmış, ben üşümesin diye ikide bir yorganın altına sokmuştum.
O bilek hiç bükülmedi.
İki gündür lailahe illalah diyordu.
Kelimeyi şahadet getirdiğini anlayamadım.
Sanki yanımda her gün birileri mi ölüyordu ki, ANLAYAYIM!
Ben ve kız kardeşim Rabia, iki gözü, iki çeşme olmuştuk.
İki gündür gözümüzde sular durulmuyordu.
Rabia büyük ablasını aramış haber vermiş; “Babam iyi değil, istersen gel gör” demiş.
Gelen giden olmamıştı.
***
Sonra uyudum.
Bir araba lavaboya kalkan kızkardeşim babama bakıyor, nefes almadığını görünce, beni uyandırıyor.
Hemen yanına gidiyorum.
Soğukanlı bir şekilde.
Bedenini elliyorum, soğumaya başlamış.
Alnına dokunuyorum.
Sonra usulca alnına bir öpücük konduruyorum.
Nihayet…
‘Beni bıraktın’ diyorum.
O an, sanki bana hiç gelmemiş, bana hiç konuk olmamış, sanki hiç evimde kalmamış, duygusuna kapılıyorum.
Her şeyin yalan olduğu o müthiş duyguya kapılıyorum, sular seller gibi…
***
Saat gece 03, 15…
Telaşla, ne yapacağımızı bilemiyoruz, kardeşim Zeynel’i uyandırıyorum, buz gibi bir sesle; “Babam ölmüş” diyorum.
Her ne kadar beklenen şey olsada, beklemediğimiz anlıyoruz.
Öyle saf, öyle masum uyuyor ki, bütün acıları dinmiş.
Müthiş bir huzur var yüzünde.
Sonra 112 Acil servisi aradım.
Durumu haber verdim.
Beş dakika bile sürmedi gelişleri.
‘Babanız bir saat önce ölmüş’ dediler.
Elime bir kağıt tutuşturdular…
“Sabahleyin belediyeye bildirin’ dediler.
Saate bakıyorum, ilerlemiyor.
Adıyaman’ı arayıp, o acı haberi veriyorum.
Onlar Adıyaman’dan yola çıkıyor.
Erkek kardeşim Fatih’i arıyorum, telefonlar duvar.
Bizim gelin Nazlı’ya ulaşıyorum;“Babam ölmüş” diyorum.
Onlar gece dört gibi eve geliyor.
Ben babamın haberini yapıyorum, eş dost duysun gelsin, acımızı paylaşsın diye.
***
Sonra sosyal medyada paylaşıyorum.
Nedense saat geçmiyor.
Kilitlenmişim…
Yüreğimde hiçbir duygudan eser yok.
Hiçliğe karışmışım…
Varla yok arası.
Canlı cenaze gibi ortalıkta dolaşıyorum.
Hissetmiyorum.
Duymuyorum, adeta görmüyorum.
Beynim durmuş.
Sonra vicdan denen o ses, ayaklanıyor; beni kendime getiriyor.
Hemen mahkemesini kuruyor.
***
Kendi mahkememle başbaşayım.
Kendimi asıyorum, biçiyorum, kesmiyor…
Recm ediliyorum…
Ölümlerden ölüm beğeniyorum…
Suçumu biliyorum.
Günahım çok!
İçimdeki savaş tamtamlarının ayak sesleri, üzerimde acımasızca tepiniyor.
Tek suçum, babama, “…amasız, lakinsiz, fakatsız…” bakamamış olmam.
Bu da beni kahrediyor.
Nasıl kötü bir duygu, nasıl bir çaresizlik, zamanı geriye saramamak.
Kendimi paralıyorum.
İç dünyam paramparça…
Dışarda ki görüntüm, tepkisiz, ruhsuz.
Sonra nedense avazım çıktığı kadarıyla bağırıyorum.
Utanmadan, arlanmadan, gözyaşlarına boğuluyorum.
Ciğerimin yandığını saatler sonra anlıyorum.
“Babam, babam…” diyorum.
İki gündür “babam, babam” diyordum.
Tekrar odasına koşuyorum.
O uyumasına devam ediyor, yeniden alnına bir öpücük konduruyorum.
Yanakları al, al elma gibi.
Bütün acıları, sızıları bitmiş…
Bizden kurtulmuş olarak…
***
Kendimi afetmiyorum.
İçimde bir yangın, büyüdükçe büyüyor, gelen giden sorular, "keşkelerle, acabalarla" boğuşurken, o diğerleri yangına körükle gidiyorlar, birer kibritte onlar çakıyor.
Huma kuşu türküsüne sarılıyorum…
Söyleyip söyleyip böğrüme hançeri saplıyorum.
Kanatıyorum ama bana mısın demiyor.
***
30 Eylül günü babam için yazdığım yazıyı yüksek sesle, evdekilerine okuyorum, ağlıyorum, okuyorum ağlıyorum.
Babamın penceresinden, diye.
Yayınlamayacağım.
Belki daha sonra.
***
Babamı mutlu edemedim.
6 Çocuğu vardı ve bir tek ben ve Zeynel’e kalmıştı babam.
Paylaşılsaydı…
Babamda üzülmezdi, mutlu ölürdü.
***
Son bir ayda Rabia geldi eve…
İyi kötü yemeklerini vermeye, altını birlikte temizlemeye başladık.
Nasıl rahatlamıştık.
Tek elle yapılan işle, iki elle yapılan iş arasında meğer dağlar kadar fark varmış.
Üçümüzde kuş gibi hafiftik.
Belkide babamda hiç üzülmeyecek, kendini yük saymayacaktı.
***
Bugün ben çok yaralıyım,
Üzgünüm…
Küskünüm…
Kırgınım…
Dünyaya, yaşanmışlıklara…
Duygusal adaletsizliklere…
Amasız, fakatsiz, lakinsiz
Babama bakamayışıma…
Hem baktım, hep üzdüm.
***
Gitti işte, bitti işte…
Şimdi sor hesabını, bir baba bulda sor hesabını..
Diyorum kendi kendime.
***
Kendimi en acımasız maddelerle yargılıyorum.
Yargılamaktan kötü, cehennemin en dip kuyularına atıyorum kendimi.
Ben babamı kaybettim.
Daha önce de annemi...
Onrdan sonra gencecik kardeşimi toprağa vermişim.
Sığınacağım yeryüzündeki limanlarımı kaybetmişim ben.
***
Kurtuldu.
Acılarından..
Bu dünyadan,
Kötü insanlardan,
Vefasızlıklardan,
Daha çokta…
Bizden…
***
Beni afet baba,
Büyükler hep afedicidir ...
Seni anlamaya hiç çalışmadık.
Artık gözümden, gönlümden düşen düşene…
Mekanın cennet, Hz. Peygamber Şefaatçin olsun, ben seni incittim, yüce rabbim seni incitmesin babam.
Ali Alper ÇETİN
Çukurova Lobisi İmtiyaz Sahibi