|
||
KUDUZ AŞISI OSMANLI SAYESİNDE KEŞFEDİLDİ | ||
KUDUZ AŞISI OSMANLI SAYESİNDE KEŞFEDİLDİ | ||
Haberi | ||
kuduz aşısı Bu yazının başlığı aşı tarihçesine aşina olmayanlara belki biraz anlamsız gelecek, hatta belki de zihinlerde “Kuduz aşısı ve Osmanlı da ne alaka?” gibi bir soru belirecektir. Osmanlı İmparatorluğu ‘nun kendi döneminde dünyanın en büyük ve kritik aşı üreticilerinden birisi olduğunu biliyor muydunuz? Ve, Osmanlı olmasa, kuduz aşısı keşfedilemeyebilirdi desek çok da amacını aşan bir cümle olmaz… Peki sadece kuduz aşısı mı? Toplumsal bağışıklama ve aşı keşfinde 19. yüzyılın sonlarına doğru yakalanan ivme, Genç Cumhuriyet döneminde de hiç hız kesmeden, hatta daha doğru bir ifade ile tam gaz devam etmiştir. İşte bu yazıda, Aşı keşfi, teknoloji transferi ve yerel üretim konusunda son 150 yılda ne kadar gerilediğimizi, Daha doğru bir ifade ile dış mihrakların güdümündeki iç minnaklar sayesinde nasıl geriletildiğimizi içiniz burularak okuyacaksınız… Bu esasen bir gaflet, dalalet, hatta hıyanet vesikasıdır!!! Modern Aşıların Öncüleri 1885 yılı Temmuz ayında Fransa’da Louis Pasteur ‘un kuduz aşısını keşfetmesi, İnsanlık tarihinde çiçek aşısından sonra üretilen ikinci modern aşı olarak yer almaktadır. Tahmini olarak 55-60 milyon ölüme ve misliyle insanın sakat kalmasına neden olan çiçek hastalığına karşı ilk aşılama yöntemi olan variolasyon, Birleşik Krallık Osmanlı büyükelçisinin eşi Lady Montagu ‘nun mektupları ile Avrupa’ya ve oradan da dünyanın geri kalanına yayılmıştır. Bağışıklık tarihçesinin bu ilginç kırılma noktasına dair pek bilinmeyen detaylara “Çiçek Aşısı Avrupa’ya Lady Montagu ‘nun Mektupları İle Ulaştı” başlıklı yazımdan ulaşabilirsiniz.
Bu esnada, Çiçek aşısı yaptırmanın zorunlu olmasına dair dünyanın ilk kanunu çıkaran Osmanlı’da, Gönüllerimizin bam teline vuran Aşık Veysel de akranları gibi aşı olmuş olsaydı, Çok büyük ihtimalle gözlerini kaybetmeyecekti, biliyor muydunuz? Bu ilginç ve bir o kadar da iç burucu hikayenin detayları ise “Aşık Veysel Gözlerini Neden Kaybetti?” başlıklı yazımda… Louis Pasteur ‘un Kuduz Aşısı Keşif Serüveni Lous Pasteur kuduz aşısı keşfinde epeyce yol almıştı almasına da, Bir noktadan sonra çalışmalarına kendi imkanları dahilinde devam etmek imkansız hale gelmişti. Bu nedenle, Pasteur aşı keşif çalışmalarını sürdürmek için birçok devlet başkanından maddi yardım talebinde bulunur. Ulaşabildiği herkese sponsorluk talebini dile getiren mektuplar yazar. Ne hazindir ki, Hiç kimseden yanıt alamaz… Daha doğrusu yanıt aldığı tek kişi Rus Çarı olmuştu. O da, Louis Pasteur ’a destek olarak kendi portresini göndermişti. Bu esnada, Mektuplardan bir tanesi de Sultan II. Abdülhamit ’e ulaşır….
Osmanlı ’nın Louis Pasteur ’a Teklifi Payitaht Osmanlı yardım edeceğini, Ancak, Aşı üretme çalışmalarının İstanbul’ da yapılması koşuluyla ihtiyacı olan tüm finansal desteği sağlayacağını bildirir. Lakin, Louis Pasteur ülkesinden ayrılmayı kabul etmez. Sağlık yönetimi konusunda ileri görüşlü bir devlet adamı olan Sultan Abdülhamid, Kuduz aşı keşfinin ne kadar kritik olduğunu birçok diğer devlet yöneticisinden çok daha iyi anlamış olsa gerek ki… Konunun önemine istinaden Louis Pasteur ’a ikinci teklifini yollar. Sultan Abdülhamid bu sıra dışı bilim insanına 10.000 altın hibe edeceğini, Ek olarak da 1. Derece Mecidiye Nişanı ile onurlandıracağını bildirir. Bir tek koşulu vardır, O da kendisinin belirleyeceği Osmanlı hekimlerini de çalışmalarına dahil etmesidir. Bu esnada 10.000 altın, O zamanın İstanbul’ unda 180 – 200 ev alacak kadar bir miktara karşılık gelmekteydi. Kuduz Aşısı Keşfinde Görevlendirilen Ekip Cazip teklifi kabul eden Louis Pasteur ’un yanına Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne ’den (adı daha sonra Gülhane Askeri Tıp Akademisi olmuştur) Müderris Alexander Zoeros Paşa başkanlığında Dr Hüseyin Remzi ve Veteriner Hüseyin Hüsnü Beyler belirlenmiştir. (Ön sıra soldan sağa: Miralay Hüseyin Remzi Bey, Zoeros Paşa, Miralay Hüseyin Hüsnü Bey) Louis Pasteur liderliğinde keşfedilen kuduz aşısı ilk defa 6 Temmuz 1885 tarihinde kuduz bir köpeğin ısırdığı 9 yaşındaki Joseph Meister ’ a uyguladı.
Çocuğun sağlık durumu iyiye gitmeye başladı,
Ve, Üç ay sonra çocuğun sağlığı tamamen normale döndü… Kuduz Aşısı Keşfinin Akabinde… Zoeros Paşa başkanlığındaki ekip çalışmalara temel teşkil etmesi için “kuduz mikrobu” enjekte edilen bir kemik iliği ile Osmanlı ’ya geri döner. 1887 ’nin Ocak ayında Zoeros Paşa başkanlığında Daûl-Kelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi (Kuduz Tedavi Müessesesi) hizmete geçer. Daûl-Kelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi, Dünyada üçüncü, doğunun ise ilk kuduz merkezidir… kuduz aşısı Bu merkez kuduz aşısına ek olarak difteri serumu da üretmeye başlamıştır. Bir aşı üretim ve araştırma enstitüsü olarak “Telkihhane” ise 1892 Temmuz ayında, Dr Hüseyin Remzi Bey idaresinde İstanbul’ da Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhane bahçesindeki bir binada faaliyete geçer. Osmanlı ‘da Bağışıklama Takvimler 1892 yılını gösterirken Emil von Behring “difteri serumu” ‘nu keşfeder. Sultan Abdülhamid Behring ’e de birinci dereceden Mecidiye nişanı vermiştir. Bakteriyolojihane Behring ‘in keşfinden kısa süre sonra, Veteriner Mustafa Adil Bey difteri serumunu 1896 yılında “Bakteriyolojihane” de üretmeye başlar. 1897 yılında dünyanın ilk sığır vebası serumunu yine Mustafa Adil Bey üretir. 1903 yılında ise kızıl serumu üretimine başlanır. Bu esnada, Toplum tabanlı aşı uygulamaları tamamen ücretsiz olarak, devlet eliyle yürütülmekteydi. Bu Coğrafyanın Koruyucu Hekimliğe Katkıları Hızlı bir özet geçtiğimizde, Tarihimizde aşılamaya ne denli büyük önem verildiğini anlamak belki de daha kolay olacaktır. Kısaca… 16 – 17. Yüzyıl: Anadolu kadınları variolasyon tekniği ile insanları ölümcül çiçek hastalığına karşı koruyordu 1714 – 1718: Osmanlı hekimleri olan Emanuel Timoni ve Giacomo Pilarino ’nun tavsiyeleri ve Lady Montagu ’nun mektupları sayesinde Osmanlı ’da kullanılmakta olan variolasyon yöntemi Avrupa’ ya yayılıyor 1885: Zorunlu aşı uygulamasına dair dünyanın ilk kanunu Osmanlı’ da çiçek hastalığı için çıkar 1885: Sultan Abdülhamid ’in finansal ve lojistik destekleri sayesinde kuduz aşısı keşfi 1887: Kuduz aşısı Osmanlı ’ya gelir ve Mekteb-i Tıbbıye-i Askeriye-i Şahane’ de (GATA) ilk kuduz aşısı üretimine başlanır 1887: Dünyanın üçüncü, doğunun ilk Kuduz Tedavi Müessesesi hizmete girer 1892: Bakteriyolojihane kurulur, aşı üretimi hız ve çeşitlilik kazanır / İlk çiçek aşısı üretim evi faaliyete geçer Düşünün bir kere, sadece Veteriner Hekim Mustafa Adil tarafından: 1896: Difteri serumu 1897: Sığır vebası serumu 1903: Kızıl serumu 1911: Tifo 1913: Kolera, dizanteri ve veba aşıları Türkiye’de ilk kez hazırlandı ve uygulandı Genç Cumhuriyet Döneminde Tam Gaz Devam Toplumsal bağışıklama ve aşı keşfinde 19. yüzyılın sonlarına doğru yakalanan ivme, Genç Cumhuriyet döneminde de hiç hız kesmeden, hatta daha doğru bir ifade ile tam gaz devam etmiştir. 1927: Verem aşısı (BCG) üretimi 1931: Tetanus ve difteri aşıları 1937: Kuduz serumu 1940: Kolera salgını için Çin ’e aşı gönderilmiştir 1942: Tifüs aşısı ve akrep serumu 1940’lı yıllara kadar tifo, tifüs, difteri, BCG, kolera, boğmaca, tetanus, kuduz aşıları seri üretimi 1947: Biyolojik Kontrol Laboratuarı açılışı 1950: İnfluenza laboratuarı Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza (grip) Merkezi olarak tanınır ve Türkiye ‘de influenza (grip) aşısı üretilir 1968’de kurulan serum çiftliğinde tetanoz, gazlı gangren, difteri, kuduz, şarbon akrep serumları üretilmiştir 1976: Kuru BCG aşısının deneysel üretimi başladı Ülkemizde hastalıkların yok olması ile 1971’de tifüs, 1980’de çiçek aşısı üretimi sonlanmıştır. 1983: Kuru BCG aşısı üretimi Ülkemizde aşı üretimi, 1996’ da DBT ve kuduz aşısı, 1997’ de BCG aşı üretiminin kesilmesi ile ne yazık ki sona ermiştir!!! Sonuç Hüsran… Üretiminin sona ermesi ile aşılar artın dışarıdan satın alma ile temin edilmekte, Yani, Tamamıyla dışa bağımlı bir politika izlenmektedir… 18. yüzyılda Batıya aşı kavramını öğreten ecdadın torunları, Ne yazık ki, 21. yüzyılda aşı tedariği için onun eline bakar olmuştur !!! İşte azizim, İngiliz atasözünde geçtiği gibi “Ignorance is bliss”, Hani cehalet erdemdir diyorlar ya… Aslında bu cümlede cahillikten gelen ferasete övgü düzmüyor, Bilakis, Bilmeyen kişi haberdar da olmadığı için rahattır demek istiyor. Bir nevi göz görmeyince, gönlün de haberi bile olmuyor misali… Ben yine sözü uzattım, Son söz olarak Fuzili ’nin bir beyiti ile kapatayım: Söylesem tesiri yok, Sussam gönül razı değil…
|
||
|
||
Etiketler: KUDUZ, AŞISI, OSMANLI, SAYESİNDE, KEŞFEDİLDİ, |
|
Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.