Hemen üzerime atlamayın.
Size tavsi yem…
Çok uzaklara gitmenize gerek yok.
Çevre illere gidin bir bakın.
Osmaniye, yeşillikler içinde, tertemiz, keza Maraş.
Dönün Hatay, Mersin.
Şöyle bir uzanın Niğde, biraz ötesinde Kayseri.
Planlı, projeli, imarlı.
Temizlik akıyor!
***
Eskiden burası ağaların şehriydi.
Çukurova’nın bereketli toprakları Türkiye’nin yarısını doyururdu.
Sanayisi ile nam salmıştı.
Şimdi garibanların şehri oldu.
Şehrin ara sokaklarında ve caddelerinde ağaç yok.
İki yanlı kaldırımlar işgal altında, araçlar ikili sıra halinde park etmiş.
Sanki burası Arap şehri, kum fırtınası esse, alimallah burası viran olacak!
***
Antalya’nın bizden nesi fazla.
Daha çok toplantı salonları, kongre merkezleri, 5 yıldızlı otelleri ve artı olarak kum, deniz ve güneşi var.
Bu özellikleriyle üstelik dünya şehri olmuş.
***
Dönelim bize…
Karataş ve Yumurtalık içler acısı.
Her iki ilçemiz taş çatlasın arabayla bir saat mesafede!
Bakım desen yok, sanki sahil kenti değil de kocaman bir köy..
Köy dedik, köye hakaret, ucube bir şehirleşme ile gettolaşma arasında kalmış imarsız çapsız, vizyonsuz şehir. Bilmem ki belediye başkanları ne iş yapar?
***
Dünyanın en güzel sahiline Karataş ve Yumurtalık sahip!
Kum, deniz ve güneş!
Amma ve lakin, denizimiz kirli!
Adana’ya yıllardır ihanet ediliyor.
Bu şehirler ön plana çıkarılamıyor.
Hizmet olmadığı için pazarlayamıyoruz.
Şehir merkezimizde kongre merkezlerimiz yok!
Altın Koza Film galası Çukurova Üniversitesi kongre merkezinde yapılıyor.
***
Buraya kadar anlaştık mı, size 8 günümü geçirdiğim Yumurtalığı anlatayım.
Sahili güzel diye gittim, gitmez olaydım.
Az-buz yol değil, hazırlık yapmışım, şu ekonomik krizde öyle lüks para harcayacak bütçede yok!
Mütevazi, kendimizce tatil yapalım dedik!
***
Yumurtalık’ı kampingler sarmış.
Aldığımız hizmetleri sıralarsak. Barakalarda sedir, bir şilte, yastık, su, tuvalet ve duş…
Kendin pişir kendin ye misali…
Öyle de yaptık!
Bundan şikayetçi değilim…
Ne kadar ekmek o kadar köfte.
***
Küçük Yumurtalık sahilinde bir adacık var ve oradan kaya parçaları denize düşmüş, sözde rüzgar onları savurup sahile atmış, yüzme bilmeyenlerin ayakları kesiliyor.
Yüzmeyi bilenlerde taş nereden gelip kendini bulacak elbette bilmiyor.
Böyle bir sıkıntı.
Keyfi olarak elektrik ve su kesilebiliyor.
Karataş kadar değilse bile, denizi kirlenmiş.
***
Serbest bölge olmasına rağmen, kimse buraya yatırım yapmıyor.
Sanko, İsken, Botaş ve diğer büyük şirketler var.
Buralardan katrilyonlar kazanan bu devasa şirketler, Yumurtalık’a yatırım yapmıyor.
Otel yapıp, çevre düzenlemesi ve sahili temizleyip iç ve dış turist için reklam yapılabilir.
Belediyeler yapmıyor, en azından buradan para kazanan bu büyük devasa holdingeler buraya yatırım yapabilir, bölgeyi kalkındırabilir ve cazibe merkezi haline getirebilir.
Üç maymunu oynuyorlar, sağırlar ve körler.
Belediye başkanı desen, gören varsa haber versin…
***
Adana’nın kirliliğine gelecek olursak, büyükşehir belediyesi anne cadde üzerindeki apartmanları ve siteleri, belediye bünyesinde birçok birim varsa, park ve bahçeler birimine birde boyacılar birimi eklenebilir, hem istihdam yaratır ve hem de kår amacı gütmeden bu binaları belediyeler boyayabilir.
Binaların boyanmasıyla görsel kirlilik ortadan kalkabilir, buna ek olarak, caddelerimiz ve ara sokaklarımıza azami dikkat edilmesi lazım, halen çer-çöp dolu.
Ağaçlandırmaya önem vererek, sıcaktan bir nebze olsun kurtulabiliriz.
Adana sahipsiz kalmamalı, sahip çıkalım.
BENİM İÇİN ÖNEMLİ
Yumurtalık’ta karşılaştığım manzara beni çok ama çok üzdü.
Ne yapayım ki Türkiye’nin her yeri böyle.
2 yıl önce Yumurtalık’ta 5 gün denize girdik. Orada üç beş patili dostlarımız vardı ve sahipliydi.
Dram yoktu.
Şimdi bir baktım sahipliler hariç, en az 6 tane büyük kangal kırması patilerimiz, 10’a yakın üç aylık ile 6 aylık arasında patili dostlarımız var.
Kampinglerin arkası hemen köy.
Sekiz on tane kamping var, bu canların su içmesi için, işletmeler bir tane su kabı koymamış.
Bırakın yemek vermeyi, su yok.
Peki sizce bu canlar ne yiyor, ne içiyor? Atılan bir kaç tane kemik, o da sezon devam ederse.
Elbette duş suyu, yıkanan kapların ilaçlı sularını içiyorlar.
Kahroldum.
8 gün boyunca onlara hemen her gün beşer kiloluk damacana ile sularını tazeledim.
Dökerek içiyorlardı.
Bir kişi, bir parça kemik atsa, emin olun hani pizzanıza ketçap sürersiniz ya… O kemikler, o içtikleri sular kumla harmanlanıyor, un’a belenmek gibi aç oldukları içinde kumlu kumlu tüketiyorlar.
Kamp sahibi tarafından uyarıldım, “Bunları beslemeyin” diye.
Oysa ben oraya mama götürmedim, köpeğim Ares’e götürdüğüm maması vardı, ayrıca orada kahvaltıda yemek için götürdüğüm salam vardı.
Et alayım dedim kilosu 160 lira idi, alamadım. Kemik yoktu. Az bir et vardı, haşlayıp, içine bayat ekmek koyup tek gün besleme yaptım, hepsi bu…
Bu canlar bütün kamplardan sopayla kovuluyor, emin olun, onları çoğaltarak oraya kim attı? Bir posta büyükşehir belediyesi barınağına teslim edilmiş, överek anlatıyorlar. Oradaki kamp sahipleri, bir araya gelip bu canları kısırlaştırıp, kışın bekçi olarak bu canlara sahip çıkabilirlerdi.
Çözüm barınak olmuş.
Bu canların durumu pek parlak değil.
Kışın ne olacak bilinmiyor.
Bu sorun kısırlaştırılarak çözülür aksi bu dramlar bitmez, bu şiddette bitmez.
Kim bu canlara haksızlık yapıp şiddet uygularsa, Ebu Lehep gibi elleri kurusun, kahrolsun, diyorum. Velhasıl her yerimizden kirlilik ve vicdansızlık akmaya devam ediyor.
|