Bir gazeteci çıkacak, Adana basın tarihinde kimler gelmiş, kimler geçmiş diye bir araştırma kitabı yapacak, ilk satırlarında bir kadın olarak yer alacağımdan hiç kuşkum yok!
Adana’da ilk gazete patronuyumda ondan.
Bu mesleği yaparken meslektaşlarım bana kan kusturdu.
Sokrates’e yaptıkları gibi baldıran zehiri içirip, arenaya attılar, vahşi hayvanlar üzerimde tepindi.
‘İtin Tekiydi Yoldaşlarım’ kitabım kirlenmesin diye bu konulara değinmedim.
Elimden sarı basın kartım alındı.
***
Hiç şantajcı olmadım, masalarda oturup rakı kadehi kaldırmadım, gece alemlere akmadım. Dünyaya bakışım ve hayat gustom farklıydı.
O dönem tam beş eve bakıyordum.
Annemi genç yaşta kaybetmiş, kardeşlerimi yanıma almış, kendi evim, iş yerim, babamın evi, erkek kardeşimin ve ablamın evinin ihtiyaçlarını karşılamak kolay değildi.
Yanımda onlarca kişi çalışıyordu.
Hayat bana tepsi içinde sunulmadı.
Hayatımı hiç kolaylaştırmadılar.
1993 yılında Basın İlan Kurumu seçimlerinde beni aday olarak gösterdiler, işlerim yoğun diye girmedim, çoğunluk beni istemişti.
Bugünlere geleceğimi nereden bileyim ki?..
Bilemedim.
Bilyemeyiz.
Geleceği Allah bilir.
Gazeteci Yaşar Kara şahittir buna.
Doruk gazetesi 1992 yılında yayım hayatına atıldı. 21 Nisan’da 31 yaşında oluyor, kapısına kilit vurulacak!
Bu gazete kimlere destek vermedi ki…
***
Şerife Kaya arkadaşım ısrarla bu mesleği Ankara’da yapmamı istedi, kardeşlerimi bırakıp gidemedim.
Bülent Arınç; “Senin yerin buralar değil, mutlaka Ankara’ya gelmelisin” demişti, gazeteci Zeki Kızılkaya buna şahittir.
***
Çukurova Gazeteciler Cemiyeti, Çukurova Üniversitesi Mitat Özsan amfisinde 1992 yerel gazeteler panelini düzenlemiş. Marmara Üniversitesi’nden dünya çapında hukuk profesörlerini ağırlamışlardı, o konuklarla ben ilgilenmiştim.
Bir tek benim ilgilendiğim konuk Marmara Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Adnan Tezel ve Okul Müdürü Feridun Yenisey, benim için Türkiye’de ilk ve son defa hızlandırılmış eğitim verdi ve biz 6 gazeteci oradan sertifika aldık. Benim için düzenlediğini söylemişti. Üniversiteyi kazandığımda da çok sevinmişti, diplomama istemişti.
***
Meslek yaşamım boyunca çok şeyler yaşadım, iyi ve kötü…
Hak ettiğim ve etmediğim.
Görüş olarak hiçbir yere ait değilim.
Bütün renkleri severim. Muhafazakar bir ailede yetiştim, ama babamla aram hiç iyi olmadı, ta bu mesleği yapana kadar.
Bana dayatılan hiçbir şeyi kabul etmedim, asiydim.
Sanatı seviyorum, yazmayı ve çizmeyi, hatta boyamayı, muhafazakarları severken, demokrasi benim vazgeçilmezim, bazı değerleri korumak adına, özgürlüğü seviyorum, insanların kendi kanatlarıyla uçması ve fikirlerini söyleyebilmeleri için...
Aslında gezginci Evliya Çelebi veya Marco Polo gibi sırt çantam ve köpeğim olmalı hayatımda.
Sonra notlar düşmeliyim ayak izlerimin...
Dünyanın en güzel şeyidir hiçliğe vuslat olmak!
***
Yıllar sonra arkadaşım, canım ciğerim, biriciğim Necla Darbaş hayvan sevgisini zorlada olsa soktu hayıtıma.
Ah bu belalı alan… adaletin olmadığı bir alan, üzerinde herkesin salya sümük tükürdüğü, sağcısı, solcusu, muhafazakarı, dincisi, dinsizinin tepindiği alan…
Masum yaşamlar, yaşam hakları ellerinden alınıyor.
Bu beni değiştirdi, öfkelendirdi, kızdırdı… Gerisinin hiçbir önemi kalmadı hayatımda.
Konu nerelere evrildi?
***
RECEP TAYYİP ERDOĞAN DİYE BİRİ
Hayatla mücadele ederken İstanbul’dan bir adam çıkıyor, Büyükşehir Belediyesine aday. Onun adı Recep Tayyip Erdoğan…
Olağanüstü biri değil, ama bir çekiciliği var, üstelik babamın partisinden.
İstanbul’un hali belli.
Değişim şart.
Dua ediyoruz kazansın diye.
Kazandı da…
Olacak ya Adana havalimanında onunla karşılaşıyorum, kendimi tanıtıyorum, beni Adana Refah Partisi İl başkanlığına davet ediyor. Yıl 1996…
Ablam Halise’yi alıp basın toplantısına gidiyorum.
Bayağı sorular soruyorum.
Sonra il başkanının odasında bir araya geliyoruz.
Recep Tayyip Erdoğan ikimize dönüp; “Siz ikiz misiniz” diye...
Halise Tekbaş; “Onunla aramda üç yaş var, ben büyüğüyüm” diye cevap verdi.
Üçümüz birlikte fotoğraf çektirdik.
Yakup Budak; “Bizim mahalle temsilcilerinin kızları” diye tanıttı.
Tayyip Erdoğan bana dönerek; “İstanbul’a gelirsen benim haberim olsun, mutlaka uğra” dedi.
***
Çektirdiğimiz o fotoğraf yıllarca işyerimin duvarlarını süsledi, o kadar çok tepki aldım ki, anlatamam, bana yakıştırmadıklarını söyleyip duruyorlardı. Onun için gözyaşım çok dualarıma karıştı. Şiir okuduğu kaseti destek olsun diye almıştım. Onun bu ülkeye gün gelecek başbakanı olacak diye çevreme hep söylüyordum.
Bende bir Recep Tayyip Erdoğan sevdası sarmıştı. Onu destekleyen yazılar yazdığım için Adana Cumhuriyet Başsavcısı Ahmet Tuğrul Ceylani çağırmıştı.
Kendisine cezaevinde Doruk gazetesi gönderdim.
***
Gün geldi parti kurdu, ben ve rahmetli Genel Merkez Ak Partisi kurucusu Ziyaeddin Yağcı onun ofisinde isimler üzerinde durduk, kimlerin daha faydalı olacağını. Ben siyaseti asla sevmiyordum. Ak Parti Adana İl Başkanı Av. Ömer Faruk Gerger il başkanı oldu, ona çok haksızlık yaptım. Neyse ki helalleştik.
Adana’ya geldiğinde, Seyhan Oteli balo salonunda solunda Necati Çetinkaya, sağında Ömer Faruk Gerger oturuyordu. Bende kitaplarımı imzalamış, hakkında yazdığım yazıları, Doruk arşivinden gazeteleri vermiştim.
Masaya gidip kendimi tanıttım.
Demek ki hafıza sorunu vardı, beni çıkaramadı.
“Senin adın Fatoş olamaz, ben kabul etmiyorum Fatma” dedi.
Sonra devam etti… ‘Sen o sülaleden misin” diye hayretle yüzüme baktı. “Evet” dedim.
“O kitapları da sen mi yazdın” dedi.
Yine; “evet” demiştim.
***
Fuar açılışlarında yanında TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu vardı, fotoğrafları gösterdim, 5 veya 6 defa bir araya geldim, hiçbirinde hatırlamadı. Böyle bir adamın peşinde yıllarca koşup destek verdim.
***
İlk Adana mitinginde kimleri alana toplamadım ki, sanki ben seçime giriyorum. Yine ilk oy kullanmada, ne yeminler içirdiğim arkadaşlarım, babamı zorla ikna ettim Ak Parti saflarına geçmesi için, oy vermeleri için kapı kapı dolaştım.
***
Ak Parti seçimlerinden sonra ona yardımcı olmak için Adana ve Türkiye genelinde bir rapor hazırladım kendisine gönderdim.
Recep Tayyip Erdoğan ilk Rusya’ya giderken o gün kardeşi Mustafa Erdoğan beni arayarak, raporlar için “Reis’in bana teşekkür ettiğini, devamını istediğini’ söyledi. (yıl 2003)
İki veya üç defa beni aratıp en son Veysel Eroğlu’nun müsteşarı arayıp teşekkür etti.
***
“Köpekleriyle yatağa girenler” diye yüzüne öyle bir ifade, tiksinti yüklemişti ki…
Bende o zaman bir şeyler kopup gitmişti.
Hiçbir şey bende ilelebet sürmez. Orada kalmak için karşının da çabası lazım.
Ondan sonra hatalar silsilesi devam etti.
İnsanları aşağılıyor, ötekileştiriyor, değersizleştiriyordu.
Hiç mi aynayı kendine tutmuyordu, çevresinde nasıl insanlar vardı bu noktaya nasıl gelindi?
DORUK GAZETESİ
Doruk haftalık çıktı, sonra 2 haftalığa döndük, çünkü bizim hiçbir gelirimiz yoktu. Bu yolda ilerlerken yağmuru, sıcağı, soğuyu epeyce yemişliğim var. Ne acılar, ne gözyaşları çektiğimi Yumoş ve Minik hariç kimselere diyemedim.
2007 yılında bu gazete sırf Tayyip Erdoğan seçimleri kazansın diye, 2 ay günlük çıktı.
***
Bu ülkenin koskoca Cumhurbaşkanı ekranlara çıkıp gazetelere abone olmayı yasaklıyorum, dememeliydi. İlk darbe bizlere geldi, günlükler nasılsa bir şekilde belediyeler destekledi.
Kimin ekmeğine yağ sürüldü.
Basın İlan Kurumu bir genelge yayımlıyor.
Kural değiştiriyor.
Kendilerine göre, haftalıklar aylıklar, 2 kişi çalıştırma zorunluluğu getiriyor.
Aksi resmi ilan alamaz diyerek, bıçak gibi kesiyor.
Bütün kapıları kapatıyor.
Hukukta geriye işlemez ama, her şeyi yapıyorlar.
30 yıllık gazeteler dahi olsa…
Koca bir hiç…
Bunu tabi ki İletişim Başkanı Fahrettin Altun’dan habersiz yapmış olamazlar…
Basın İlan kurumu başındaki zata bakın ki, iki kitap yazmayla kendini basından saymış.
Cavit Erkılınç…
Adana Mado cafetaryada, basındaki arkadaşlara bilgi sahibi olmadan, sallamış, bir insanın ağzından çıkan sözleri biraz tartarak konuşmalıymış. Haftalık ve aylık yayın yapanları ‘Reklam bülteni’ olarak görmüş. Elinde o kadar imkan var, girsin Cumhurbaşkanlığı iletişim, Anadolu sesi iletişim bölümüne, gazeteleri bi zahmet inceleyiverseymiş, kimler bu işi hakkıyla yapıyor kimler yapmıyor diye, herkesi aynı kefeye sokmak, bu kimsenin haddi olmamalı.
Önümüzde bir seçimi var, sanıyor musunuz ki bizim kalemi kırarken, sandığa gidip Ak Parti’ye oy verecek?
Bu sektörden 200 bin insan ekmek yiyor.
Liyakatsiz insanlara imkan sunarsanız, böyle liyakatsız işlere imza atar.
Arkasında basın ilan kurumu genel müdürlüğüne 20 insan gönderip yönlendiren kişi de sayın Fahrettin Altun’dur.
Bu da şu demektir, ekranlara çıkıp gazetelere abone olmayın diyen bir Cumhurbaşkanının bundan haberdar olduğu.
Yaşı yakayım derken, bilmiyorlar ki, bütün kuruları yakmışlar. Bu yakma işi, sandıkları açtıklarında görecekler. Demokles’in kılıcı gibi bütün yettkiler ellerinde, istedikleri an, kılıcı bırakıyorlar, kimin kafası giderse...
Sanki kendilerinden aş ve iş istedik, bir parça ekmek yememizi çok gören insanlara da elbette bizim bir hesabımız olacaktır.
Taliban bile akrabalarını devlet kurumlarına atanmasını yasaklayarak, önce liyakat dedi.
Ne alaka derseniz, çok alaka derim, atamaları tek tek inceleyin derim.
Elbette bizim de söz hakkımız olacak. Bunun vebali çok büyük, toprağın üstü kadar altıda mühim.
Ekmekle oynamak, çok büyük bir günah.
Gün çok yakın!
|